16 Eylül 2012 Pazar

Mutlu Çocuklar

             Eve girmezdim ben küçükken. Evimizin karşısında okul vardı, yaz döneminde orası tamamen bize aitti. Kimselerin olmadığı, geniş bir alan. Ayakkabı bağcıklarımızı sıkı ve düğümcük yapıp bağlayarak daha sert vuracağımıza inandığımız zamanlarda yaptığımız maçlar... Pazardan aldığımız bez ayakkabılar ile küçük Usain Bolt'lardık. Ne oyunlar, ne olaylar...  Aspirin ile başlayalım.
             Dünyanın en anlam veremediğim oyunuydu. Neden Aspirin denir, hiçbir fikrim yok. 6-7 kişi bahçede toplanır, bir ebe seçilir. Herkes kaçar, ebe olan kime dokunursa ve dokunur dokunmaz Aspirin! derse o kişi de ebe olurdu. Sonra o iki kişi kimi yakalarsa o da ebe olur. Sona kalan kişi kazanır ve ebeyi seçerdi. Güzel oyundu, yorucu gözükür ama hangi çocuk oyun oynarken yorulmuştur ki? Bir defasında son ikiye kalabilmiştim. "Bir an önce bitsin de yeni oyuna başlayalım..." diyen hırçın bir kalabalık bana koşuyordu. Sağ-sol taktikleriyle 2 kişiyi atlatsamda sıkışıyordum köşeye. Kazanmak büyük prestij olurdu. Mahallede izleyen abiler 25 kuruşa taso çıkan cipslerden alabilirdi beni görseler. Bir de taso çıkarsa, ooh. Tekrar atlattım bir kişiyi. Tam yakalanıyordum ki diğer kişi yakalanmıştı. Oyunu kazanmıştım. Pembe suratımda gülümseme ile abilerime baktım cips almadılar. Taso da yalan olmuştu anasını satıyim!
             Herkes farklı bir isim koyardı. Kuki, kuka... Kuki derdik biz. Top ile aut kullanır gibi vurursunuz, ebe de gidip alır. Topu aldığında geri geri gelir, biz de o sırada saklanırdık. Ebe kimi görürse ismini söyler, topa ayağı ile dokunarak "kukii!" der. Eğer saklananlardan biri görünmeden topa vurursa, tüm yakalananlar affedilirdi. Herkesi yakalayıp tamamlarsa ebeyi seçip, aut'u kullanırdı. Böyle bir mutluluk yoktur o zamanlarda. "Hahahaha git şimdi al o topu gerizekalııı ahahaha" diyerek saklanmak paha biçilemezdi. Basit ama zevkli anım da şudur. Oyunu izleyenler topa yakın otururdu genelde. Vuran olursa yakından görmek için. Zıpır olduğum zamanlardı işte. Bende yakalanmak pahasına yanlarına oturmuştum. 1-2 kişi yakalandı ve o beni hala farketmemişti. Usulca kalktım, pis burun ile vurdum. Gitsin alsın pezevenk! Ahahahaha.
             Büyük abilerin egosunun tatmin edildiği bir oyun var ama adı yok. Sırayla kaleye geçirilirdik, kurtardığımız şutlara göre puan verirlerdi bize. Eğer bacak arandan gol yersen sıfırlanırdı puan'ın. Doğulu bir abi vardı, kimse sevmezdi onu. Bırakıp gidemezdik oyunu da. Çok sert vururdu toplara. Korkardık hep. Sıra bana geldiğinde ne kadar korksam da bacağıma çarpmıştı ve kurtarmıştım. "Ohhh en az 10 puan garanti" diyordum. Bir sonraki şut bacak aramdan geçmişti. Hayata küsmüştüm küçük yaşta.
              Counter Strike bize yaramadı. Aldığımız tüm parayı internetlerde yerdik. Yetmezmiş gibi bir de boncuklu tabanca almıştık. Üst sokak ile savaş vardı, sabah 11'de. Sabah kalkardım, salçalı ekmeğimi yerdim, haaydi savaşaa. HIAAAAHHH! diye evden çıkardım. Takımlar belli, kırtasiyeden 2 paket boncuk alındı, 5 paket çalındı. Her şey tamam. Savaş başlasın! Ne fedakarlıklar yapılırdı. Gözünden vurulan arkadaşım savaşı bırakmamıştı. Aslanım benim! İntikamını alacaktık. Şarjör'ü bitmiş birisini yakaladım. Ensesine dayadım silahı, yürü! dedim. Arkadaşıma götürdüm ve ne isterse yapmasını söyledim. Boncuklarını aldık, giderken de hepimiz sırtına ateş ettik. Bir keresinde de ben yakalanmıştım. Bu konuda konuşmak istemiyorum.
                Saklambaç oynarken arabanın altına saklananlar, fazla tasosu olmasına rağmen kaybetme korkusu ile oyun oynamayanlar, borulardan fişek üflerken fişeğin ucuna iğne geçirip kedilere atanlar... Bizdik işte. Sendin, bendim. Güzeldi be. İnkâr edemem.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder